8 Temmuz 2011 Cuma

Biz Çocukken

Tek bir bakıştan bunca anlam çıkarabiliyor olmam ne garip. belki hiç de benim düşündüğüm şeyler değil anlatmak istedikleri hatta belki anlatmak istediği bir şey bile yok ama ben kafamdan yazıyorum . Zaten ne zaman bir insanı uzun süredir tanıdığım için onun hareketlerinden bir anlam çıkarabileceğimi düşündüysem o zaman hep yanlış anladım ve yanlış anlaşıldım. Yine de kendime engel olamıyorum; beş dakikalık bir sessizlikten göz ucuyla yakalanmış bir bakıştan bir romanın iki belki üç bölümünü oluşturacak kadar büyük bir hikaye yazabiliyorum. Yazıyorum, bozuyorum tekrar yazıyorum . Biz çocukken, hikayenin bir yerinde, "burada durun verilen iki farklı sayfa numarasından birine gidin"diyen hikaye kitapları vardı, hangi sayfa numarasını seçersen başka bir sona başka bir hikayeye gidiyordun. Aynı onun gibi kafamda kurguladığım hikayeler, başları aynı ama o kadar fazla son var ki hangi birine gideceğimi bulamıyorum. Zaten çocukken de bir sayfaya gitmeyi seçip bırakamazdım. Seçtiğim sonu okur sonra geriye döner diğer sayfaya gider öbür sonu okurdum. Hangisinin daha iyi olduğunu bulmaya çalışırdım. Benim için belirsizliğe yer yoktu, gizemli şeyleri sevmiyordum. Tüm sonları bilmeli ve hangisini seveceğime ben karar vermeliydim. Büyüyünce işler o şekilde yürümedi ne yazık ki, tüm seçenekleri göremedim o yüzden farklı sonları kafamdan ben yazmak zorunda kaldım. Benim versiyonlarım hayatınkilerle eşleşmedi ve tüm problem işte o zaman başladı. Sürekli bir yapıp düzeltme, yazıp silme eylemleri hiç işime yaramadı. Ve hala bir bakışın anlamının beni götürdüğü yollardan hangisinin daha güzel olduğunu bilsem de ona ulaşmak için diğer tüm sonları da okumam gerekiyor. O diğer sonlar beni iyi yerlere götürmüyor. Ben iyi olanı bulsam da hayat çocukken okuduğumuz hikaye kitaplarına benzemiyor. Kötü sonlar kitabı elimden bırakınca yok olmuyor. Onların var olma ihtimali içimi kemirip bitiriyor.

Benim zaten hayatla ilgili genel şikayetim bu. Keşke bu kadar az kontrol sahibi ve bu kadar çok yalnız olmasaydık. Kafamızın içinde yaşayıp yazdığımız hikayelere esir kalmsaydık. Ne bileyim başka bir şeyler olsaydı. Ya da sürekli başka bir şeylerin özlemini duyacak şekilde programlanmasaydık. Benim olmadığım yer benim okumadığım son mu güzeldir, görmeden edemem. O sonu okuduğumda da başka bir son daha güzel gelecek ve belki milyonalrca olasılık içinde hep benim seçmediğim bana makul gelecek. Kendimin olmadığı bir yere gidebilsem galiba her şey çözülecek. dünyanın en ütopik isteği ve en bitmez tükenmez kısır döngüsü...

"ben" değil de" biz çocukken" demişim. sahi ya "biz çocukken" çünkü biz çocuktuk ve birbirimizi tanıyorduk. çocukken tanışan insanlar büyüyünce daha iyi anlaşamazlar mı? Galiba anlaşmıyorlar, çocukkende kalıyor güzel şeyler, tüm güzellikleri tüketip biten çocukluğun hıcını birbirlerinden çıkarıyorlar sanki. biz çocukken hayat iyiydi, kitaplarımız güzeldi ve hatta çimler daha yeşil ışıklar daha parlaktı. biz çocukken o aptal bir oğlan çocuğuydu ben de öyle bilmiş ukala bir kız çocuğu. işin garip tarafı ne biliyor musun, çocukluğa dair her şeyi, onun çocukluğu ile ilgili bir sürü ayrıntıyı hatırlayabiliyor ve onun çocuk halini çok iyi tanıyorken büyümüş haliyle ilgili sahip olduğum tek tük bilginin birkaç tahminden ibaret olması. O tahminler de tutmuyor zaten. Yani ben onu hiç tanımıyorum o kim bilmiyorum. Belki kendimi de tanımıyorum.Onun yanındaki kendimi tanımıyorum, onun yanında yetişkin olamıyorum çünkü. Belki de sırf bu yüzden çocukken birbirini tanıyan insanlar asla yetişkin işlere girişmemeliler. çünkü beceremiyorlar. özetlersek suç bende. hep bende yani. Zaten özetleyince hep bu sonuca varıyorum, varmasam iyiydi, neyse.